21 Eylül 2025 Pazar

Göbeklitepe’de bir Japon

 Tarihin Küllerinden Doğan Hikâyeler

Son zamanlarda topraklarımızın derinliklerinden çıkan her bir eser bana şunu hissettiriyor: Biz aslında köklerimizin üstünde yaşıyoruz. Göbeklitepe’de gün yüzüne çıkarılan o insan heykeli, sadece taşın oyulmuş hali değil. Binlerce yıl öncesinden bize uzanan bir bakış, bir iz, bir ses adeta. Sanki tarihin üzerindeki tozlar biraz daha aralanıyor ve biz kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi yeniden hatırlıyoruz.



Bugün bu topraklarda yürürken sadece modern şehirlerin kaldırımlarında adım atmıyoruz; geçmişin ayak izlerinin üstünde dolaşıyoruz. Ve son zamanlarda ardı ardına bulunan eserler, bana şunu söylüyor: Biz sandığımızdan çok daha derin bir hikâyenin mirasçılarıyız. Göbeklitepe, Karahantepe, Nevali Çori… Her kazma darbesi, geçmişin fısıltılarını bugüne taşıyor.

Beni en çok etkileyen şey ise şu: Bu eserler yalnızca taş, toprak ya da heykel değil. Onlar, insanoğlunun hayallerinin, inançlarının, ellerinin emeği. Bir zamanlar göğe bakan, yaşamı sorgulayan, anlam arayan insanların sessiz ama çok güçlü birer tanığı. Bugün bizler, onların bıraktığı bu mirasa dokunuyoruz.

Belki de bu yüzden bu buluntular, sadece arkeoloji için değil, insanlık için de büyük bir önem taşıyor. Çünkü her yeni keşif, bize tarihin “yeniden yazıldığını” gösteriyor. Ve biz bu coğrafyada, bu yeniden yazılan hikâyenin tam ortasındayız.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan insan heykeli, bana şunu düşündürüyor: Binlerce yıl önce yaşayan bir insan, kendi elleriyle yonttuğu bir taşı, geleceğe ses olsun diye bırakmış olabilir mi? Belki de o heykel, geçmişin bize selamıdır.

İşte bu yüzden, bu toprakların her köşesinde saklı duran tarih, bizim en büyük hazinemizdir. Yeter ki biz, o hazinenin değerini bilelim ve koruyalım. Çünkü tarih, sadece geçmişi değil, geleceğimizi de şekillendiren en güçlü öğretmenimizdir.

Göbeklitepe toprakları yine sessizliğini bozdu; tarihin gölgesinde uyuyan bir heykel gün yüzüne çıktı. Ve bu kez fark başka: Japonya Prensesi Akiko Mikasa’nın katıldığı törende, Turizm Bakanımızla birlikte bu buluntu kamuoyuna açıklandı. Prensesin yalnızca kültürel bir nezaket ziyareti değil; arkeolojiyle, geçmişle ve sembollerle örülmüş bir bağ olduğu hissi veren bir katılımı oldu bu tören. 


İşte tam burada zihnimde bir soru belirdi: Göbeklitepe halkının Japonya ile görünmeyen, sembolik – belki de kültürel – bir bağlantısı olabilir mi?

Semboller, İşaretler ve “Yazı”nın Doğuşu

Göbeklitepe’deki T biçimli dikilitaşlar üzerindeki figürler, hayvan motifleri, soyut semboller… Bunlar bir anlatının parçaları gibi görünür. Bazıları bu sembolleri “yazı”nın ilk aşamaları olarak görüyor. Örneğin “Göbeklitepe sembolizmi üzerine bir değerlendirme” başlıklı çalışmalar, bu sembollerin yazı sistemlerinden özellikle hiyeroglif ve çivi yazısı ile biçimsel ve işlevsel benzerlik taşıyabileceğini öne sürüyor. 


Yine “Göbeklitepe’de Hiyeroglif Yazı Başlamış mıydı?” adlı bir tez, iki tablet üzerinden sembollerin anlamlı sıralanışı, ideogram benzeri kullanımı ve şekilsel benzerlikleri tartışıyor. Ama şu da var: bilim dünyasında hâlâ kesin kanıt yok. Yazı mı, sembolik işaretler mi; fonetik bir sistem mi oluşmaya başlamış bir görsel dil mi, bunlar belirsiz. 

Japon Prensesi’nin Katılımının Anlamı


Prenses Akiko Mikasa’nın bizzat gelmesi ve bölgedeki neolitik eserlerle sembollerle ilgilenmesi, bu çalışmalara uluslararası bir merakın yansıması gibi. Kültür diplomasisinin sınırlarını, arkeolojinin sessiz dilini herkesin görebileceği bir sahneye taşıyor. Japonya, semboller ve tarihsel izler konusunda zengin bir kültürel mirasa sahip; hiyeroglif benzeri yazılar, çizimler, kutsal objeler… Belki Japon tarafı bu tür sembolik miraslarla empati kuruyor; belki de araştırmalarını bu yönle derinleştirmek niyetindedir.



Gerçekten Göbeklitepe halkı ile Japon kültürü arasında doğrudan bir tarihsel bağlantı mı var? Arkeolojik veriler ışığında bunun kanıtı yok. Ama sembolik düzeyde, simgesel anlamda kurguya açık bir zemin var gibi görünüyor:


  • Göbeklitepe’deki sembol dilinin biçimsel öğeleri, görsel olarak başka eski yazılı kültürlerle (Mısır hiyeroglifleri gibi) karşılaştırılıyor.  
  • Japon kültüründe ve Japonya’daki antik dönem eserlerinde de sembol, işaret, mit ve görselliğin güçlü bir yer tuttuğu biliniyor. Bu tür kültürler sembollerin gücünden beslenir; sembol diliyle şekillenen ritüeller, sanat formları vardır.
  • Prensesin katılımı, uluslararası ilginin artması demek; belki Japonya’daki akademik kurumlar, sembolik diller, erken yazı formları üzerine Göbeklitepe ile paralel çalışmalar yapmak isteyecek.

Benim düşüncem şudur: Bu tür semboller, insanlık tarihinde sadece yerel değil, aynı zamanda yaygın farkındalıkları da harekete geçiren araçlar. Göbeklitepe’de ortaya çıkan figürler, “bir şey anlatma isteği”nin, insanın en eski meraklarından biri olduğunun işaretleri. Japon Prensesi’nin katılımı, bu anlatının sınırlarının sadece coğrafya değil, kültürler, diller; semboller arası bir köprü kurabileceğini hatırlatıyor.

Belki ileride, bu sembollerle Japon kültüründeki işaretler arasında daha somut paralellikler kurulacak: şekil, motif, çizgilerle. Ama o zamana kadar hâlâ büyük bir gizem var. Ve bu gizem, Göbeklitepe’nin büyüsünün, bize sunduğu en değerli armağandır.


Share:

0 Yorum:

Yorum Gönder

Teşekkürler